14 Mart 2012 Çarşamba

Pause – Gözüm Korktu – Vazgeçtim

Bu hafta yazmaya vaktim yoktu ben de blog işini pause’lamıştım. Bu hâldeyken de aklıma gelen fikirleri en azından başlıklar halinde tutayım dedim ve kafamda yazdığım her yazı için bir başlık açtım. Fikirlerim genelde bir kaç cümlecikten ibaret değildir, yani yazma aşamalarım; aklıma bir şeyin gelmesi sonra onu pekiştiren şeylerle yazıya çevirmek olmuyor. Ters yönde bir gelişme gösteriyorum. Önce baraj kapakları açılmışçasına bir uzun yazı beliriyor aklımda, sonra onu şuradan buradan kırpıp düzenliyorum, ardından yazılı hale getiriyorum ve beklemeye alıyorum. Beklerken biraz daha kırpma ve eklemeler yapıyorum, bazen anneme gösteriyor fikrini alıyorum ve nihayetinde yayınlıyorum. İşte, o ilk yazıya geçirme anında vaktim yoksa, sadece başlığını atıyorum. N'asolsa yazmaya vaktim olduğunda başlığı görünce yazının devamı da aklıma gelir diye. Arada unuttuklarım da, demek ki zaten gereksiz olanlarmış diyorum. Ancak yazının başına dönersem evdeki hesap çarşıya uymadı. 1 haftada açtığım baslık sayısı 20yi gecti. E ben bunları yazıya çevirecek olsam her birine en az 1.5 saat filan ayırsam ki daha uzun sürenler veya yazmak için girip başka şeylere takıldığım vakitleri de sayarsak haftalık yaklaşık 36 saate tekabül ediyor. Yani bana şu haliyle yetmeyen haftanın 7 gününden 1,5′uğuna mâl oluyor !!! Bu durum açıkçası gözümü korkuttu. Aynı zamanda şunu da farketmemi sağladı, henüz tecrübelerimi – düşüncelerimi paylaşma aşamasına gelmemişim. Şimdilik tecrübe edinme – düşüncelerimi pekiştirme aşamasındayım ve bu o kadar dolduruyor ki, paylaşmaya vaktim kalmıyor. İşte bu noktada da vazgeçtim

(Daha Taslak olan başlıklarımın bir kısmı ve sonuç >> vazgeçtim)


Yani şimdilik yeni yazı yayımlamayacağım. Belki ilerde aklıma gelenler düzene girdiğinde, paylaşabilme eşiğim yeteri kadar yükseldiğinde yeniden başlarım (ya da kafama eser, ara ara eklerim bi şeyler)…

Takip edenler için tek söyleyebileceğim ‘Kusura bakmayın’ …

Ama bu kısa deneme bana, internetin insanın fikirlerini ne kadar kolay başkalarına duyurabileceğini göstermiş oldu. Güzel, etkileyici olduğu kadar korkutucu bir durum…




5 Mart 2012 Pazartesi

Yeni yaş vs...

Her yeni doğum günümün aslında bitirdiğim koca bir senenin nişânesi olduğunu farkettiğim 14-15 yaşımdan itibaren, bu özel günü çok da heyecanla beklememeye başladım. Biraz mükemmeliyetçi de olmam hasebiyle, yaptıklarımın bana hiçbir zaman yeterli gelmemesi, bir yılı daha harcamış olmak fikri, çoğu insanın yaşadığı o çoşkuyu hissetmeme fırsat vermiyordu. Hele son yıllarda zamanın çok hızlı geçmesi beni daha fazla düşündürmeye başladı. Seneler çok hızlı geçiyordu, küçükken kendime koyduğum hedefleri gerçekleştiremeden bakıyorum yeni bir yaş daha… Benden büyüklerse zaman ilerledikçe daha da hızlı geçeceğini söylüyorlar. Daha fena…


Ama sonra durup geriye baktığımda gözden kaçırdığım çok önemli birşeyin farkına vardım. Evet belki bu seneler benim planldığım gibi dolmamıştı. Fakat bana, planlayarak elde edemeyeceğim değerler katmıştı. 8 sene önce başlayan (ama sanki 20 sendir berabermişiz gibi hissettiren) dostluklar… Son senelerde tanıştığım, beni, ‘kardeşlerim’ olduklarını söyleyerek tahmin edemeyecekleri kadar mutlu etmiş “Çizenler  :) “… Okuyunca niye daha önce bitirmedim ben bu kitapları dedirten kitaplar ve onlardan öğrendiklerim... Yaşarken gözüme çarpmayan ama sonradan baktığımda çok şey ifade eden tecrübelerim... Daha sayamadığım pek çok şey…

Her şey istediğim gibi gitmese de, istediğim gibi gitmiş olsaydı sahip olacak olduklarımdan çok daha fazlasına sahip olduğumun farkındayım.

Ve teşekkür etmek istiyorum: Önce anneme, beni böyle yetiştirdiği için. Bana, benim tıynetime uymayan bir kişilik yüklemeye çalışmadığı için. Çok küçük yaşlardan itibaren benimle ciddi konuları konuşup, ciddi konulardan haberdar olmamı sağladığı, beni düşünebilen, fikir yürütebilen bir birey olarak yetiştirdiği için. Hatalarımı, kusurlarımı hep affettiği için. Ve burada bahsedemediğim milyonlarcası için…

Babama, (etrafın laflarına,takdirlerine, tenkitlerine, dolduruşlarına gelmeden) her zaman beni doğru çizgiye çektiği ve hiç bir zaman açıkça söylemese de hep desteklediği için…

Dedeme ve annaneme, her zaman arkamda oldukları için, sağladıkları o güvenli liman için…

Dayıma, bütün ciddi kararlarımda bana yol gösteriği için... Kardeşciğime :) , beni profesyonelce kızdırıp arada sinirlerimin atmasına ve böylece psikolojik olarak huzura ermeme (!) yardımcı olduğu için, ama aslında coşkusuyla hayatımıza ışık olduğu için… Nunama, teyze sözüyle tanımlanamayacak kadar yakın ve can olduğu için, hayatıma kattığı gülümsemeler, kahkahalar için, içli kuzenciğime (kardeşceğizimle benzer sebepten :) )

Yukarıda da yazdığımı can arkadaşım ve kardeşlerime …


(Ya teşekkür yazayım dedim, yaz yaz bitmiyor ne çok güç aldığım insan varmış. Aklıma geçen sene babamla aramızda geçen dialog geldi:

sungin – Baba unuttun ama bu gün benim yaş günüm...

babası – Benim gibi bir baban olduğu için ne kadar şanslısın biliyor musun?

sungin – ? (iç ses: Ne mütevâzi (!) ve alâkasız bir cevap bu babacım)

Ama şimdi bu teşekkürleri yazarken düşündüm de gâyet doğru ve yerinde bir cevapmış herhalde tek eksiği genelleştirilmemiş olması )


Pek hakettiğimi düşünmediğim güzelliği yazarından kaynaklanan bir tebrik: http://ela-perspektif.blogspot.com/2012/03/03032012.html

2 Mart 2012 Cuma

Bonsai – Penjing



Bonsailer hep ilgimi çekmiştir. (O büyük ağaçların küçük saksılara hapsolması insanın içini acıtan bir  teşbihi hatırlatsa da...) Kökeni Çin'in "Penjing" sanatı olan ama  penjingden daha popüler olan bu Japon behçe sanatıyla ilgili buradan bilgi edinebilirsiniz. Yukarıda genel bir resmini aldığım sitede ise bonsailerin üzerine kurulmuş ince, ayrıntılı modellerle ilginç kompozisyonlara ulaşmışlar. http://www.tokyogoodidea.com/galleries adresinde açılan sayfada sağa doğru giderek farklı birkaç örnek daha görebilirsiniz.

P.S: Vakit bulduğumda bonsailere benzetilen durumun ne olduğunu da yazarım. Gerçi tahmin etmişsinizdir ama...


Birkaç bonsai resmi daha yükleyecektim buraya ama bir türlü yüklenmedi. Wordpress versiyonunda var. Evet buraya  tıklarsanız ...

28 Şubat 2012 Salı

İktibas

“… are not aspiring to become an imperial power again but history and geography are chasing … ” Financial Times’da Daniel Dombey ‘in “Turkish diplomacy: An attentive neighbour” makalesinde Türkiye için kullandığı bir cümle…

26 Şubat 2012 Pazar

Fetih 1453 – Haddini Bilmek

Bir eleştiri yazmayı planlıyordum ama altta linkini verdiğim eleştirilerden ilki (uzuun olan) filmin içeriğiyle ilgili eksikleri gayet güzel açıklamış, ne düşündüğümü okumak isteyenler yaklaşık bir fikir edinmek için buraya bakabilirler :

http://forum.divxplanet.com/index.php?showtopic=143902&st=435

Ancakk bu vatandaşın değinmediği bir nokta var ki benim asıl asabımı bozan nokta da budur. Haddini bilmek… Filmi eleştirmeye kalkanlara karşı savunanların ilk sözü: 17 milyon dolarlık bütçe. Halbuki bu miktar filmi ne övmek için kullanılabilir ne de savunmak için. Öncelikle 17 milyon doları varsa bir kişinin, bununla fetih filmi çekmeye kalkamaz. Belki daha küçük bir savaş olabilir, o da illa “tarihi film çekicem” diye tutturuyorsa yönetmen. İstanbulun fethi sadece bizi ilgilendiren bir konu değildir, İslam dünyasının konusudur. Ayrıca sonuçlarıyla Avrupayı derinden etkilemişdir. Böyle muazzam bir konu anca buna mukâbil bir bütçeyle çekilebilirdi. Çin sinemasının çektiği Chi Bi (Red Cliff) filmini düşünün. Hem senaryosu kusursuz, hem de efektleri, animasyonları, oyunculuklarıyla dört dörtlük bir film. Bütçesine bakıyoruz: yaklaşık 500 milyon dolar. Konusuna bakarsak Çinde 3 Krallık döneminin başlamasına sebep olan savaşlar anlatılmış. Bu olay her ne kadar kendi tarihleri için çok önemli olsa da İstanbulun fethinin etkilediği farklılıkta nüfus ve coğrafyayla karşılaştırılamaz. Eğer İstanbulun fethi gibi bir konuyu kullanmak istiyorsalar bu kadar bütçeyi gözden çıkarmalıydılar.

Diyelim ki böyle uçuk bir bütçeyi buldu bu yönetmen, yine bu filmi çekemez, çünkü düzgün bir filmografiye sahip değil. Geçmişinde en büyük başarısı Recep İvedik olan bir yönetmen eğer böyle bir film çekmeye kalkarsa haddini bilmemenin âlâsını yapmış olur.

Diyelim ki filmografisi de temiz, yine çekemez. Çünkü yeterli tecrübeye sahip değil. Kaç tane profesyonel tarihi-savaş filminde bulunmuş bu amca – Hiç. Yönetmiş demiyorum, bulunmuş diyorum. Ciddi yönetmenlerin, ciddi filmlerin mutfağında bulunmuş olmak bile kişiye bir bakış açısı kazandırır en azından. “Ridley Scott” veya ” John Woo” gibi bir yönetmenin yanında pişmiş olsa anlarım, yoksa gider bu adamlarla çekersin filmi (yani illa bu konuyu kullanıp köşeyi dönücem kafasındaysan).

Ama tabi bu adımlar ve tabi aklıma gelmeyen diğer eksikleri kapatmak filme yatırılması gereken mikdarı artırır ve haliyle kârını azaltırdı. Zira bu konu öyle bir konu ki bu haliyle bile bu filme neredeyse herkes gidecektir…

Beni en çok üzen, Muhteşem Yüzyıl o kadar korkunç bir giriş yaptı ki tarihi dizi-film endüstrisine, onu gören insanlar bu filme şükretmek, bu filmi desteklemek ihtiyacı hissediyorlar. Diziyi hiç izlememiş biri olarak en azından bu noktada etki altında kalmadan eleştiri yapabiliyorum…

Ayrıca umarım bu film para için her tür film çekebilen insanları, parlak tarihi konularımızı harcamaya yönlendirmez. Yoksa kalitesiz, boyundan büyük konuşan,değerli tarihi olaylara yanlış imajlar yükleyecek filmler bizi bekliyor olacak önümüzdeki yıllarda…

Çok uzattım ama bir küçük not daha, filmi yurt dışındaki misalleriyle karşılaştırınca savunucuları demiyor mu ‘ Nasıl onlarla karşılaştırırsınız, sinema sektöründe onlardan geri olduğumuz zaten ortada’ bu noktada bitiyorum. Bir cerrah ameliyatında başarısız olunca da “en azından denedi hem yurt dışındaki imkanlar elinde yoktu ” vs. mi diyorsunuz. Nedir bu sinemacıların gördüğü ayrımcılık…

Hollywoodu geçtim, Bollywood ve hatta Kore sinemasını biraz örnek alsa bizimkiler…

Kore demişken, War of the Arrows – bir kore tarihi savaş filmi işte… efekt vs. yok. Hikayeyle, senaryoyla,oyunculukla, kostümle “yapmışlar adamlar”…

Kusura bakmayın. Belki ben de o kadar tarihçi ve sinemaya yıllarını vermiş kişinin karşısında böyle bir eleştiri yaparak haddimi aşmış oluyorum, ancak tarihe iftira atanları ne kadar sevmiyorsam, ondan nemalanmaya çalışanlardan da o kadar tiksiniyorum. Tabi aptal dostlar da var, tarihini hiç hatasız zanneden...

Bu arada iyimser bir bakış açısı için: http://ela-perspektif.blogspot.com/2012/02/fetih-1453e-dair.html

20 Şubat 2012 Pazartesi

Model Thinking

Stanford Universitesinden güzel bir uygulama : Online Dersler …

Tesadüfen haberdar olduğum bu uygulama çok hoşuma gitti. Online derslere aşinaydım ama yabancı – büyük üniversitelerin bu işi nasıl yürüttükleri ve eğer yabancı bir üniversitenin uzaktan eğitim programına kaydolursam üstesinden gelebilir miyim sorusu hep aklımdaydı. Tabi sırf kendimi denemek için bir üniversiteye kaydolmayacağıma göre bu soru arka planda bir yerlerde beklemedeydi. Ta ki Stanford Universitesinin belli derslerini ücretsiz olarak 2012 Bahar döneminde yayına açacağını öğrenene kadar. Yaklaşık 1 ay önce kaydoldum, dersler ise bu hafta başladı. Ben ”Model Thinking” (Altta da linkini verdim) dersiyle birlikte ilgimi çeken birkaç derse daha kaydoldum, ama en çok genele hitap edecek ders bu olduğu için bunun linkini veriyorum. Zaten diğer dersler henüz açılmadı. İngilizceniz iyiyse ( diliniz çok iyi olmasada olur aslında zira derslerin altyazılarını da eklemişler, dersler global olduğu ve ana dili İngilizce olmayan öğrencilerin çoğunlukta olması sebebiyle) denemenizi tavsiye ederim, hele de farklı bakış açıları, farklı düşünce sistemleri ilginizi çekiyorsa kaçırmayın. Bu ders hayatınızı değiştirmeyecek ise de işe yarayacak gibi gözüküyor.

PS: Tam da dersleri başlatacak zamanı buldular, 2 haftadır ne kadar boş vaktim vardı. Zaten insanın programı dolunca daha da doluyor, boşken hiç bir şey çıkmıyor karşısına… Herhalde kapılar kapıları açtığı için…

** dersin linki : https://www.coursera.org/modelthinking/auth/welcome

Altta benim (başarısız açıklamalarımla) kaydolunca görülen sayfa:

Olması gerekirken resmi yüklemede sorun yaşadığım için merak edenleri buraya alalım :

http://cumbavlu.files.wordpress.com/2012/02/model_thinking_giris.png

:) :)) :)))

17 Şubat 2012 Cuma

Yeni Kitap


Tam olarak ne kadar zaman oldu bilmiyorum ama, kitap okuma faaliyetimin günlük hayatımı etkilediği, üstüne üstlük okuduklarımın bana kısa vadede yararlı olacak kitaplar olmadığını farkettiğimden beri kendime bir sınırlama getirmiştim. Okumam gereken kitaplar vardı, çok heyecanlı sürükleyici değillerdi, bazıları zor okunuyordu ama onlarsız, onlarda yazan bigilerden habersiz geçirdiğim her an zarar haneme yazılıyor gibi hissediyordum. Bahsettiğim sınırlama ise; o gerekli kitaplardan 1 tanesini bitirince okumak istediğim herhangi bir kitap için hak kazanacaktım. Bu kararı vermem belki o kitapları okumamı çok hızlandırmadı ama etkili oldu. Bu gün uzuuun bir aradan sonra sınırlamamın dışına çıkıp farklı bir kitabı elime almanın heyecanıyla başladım okumaya. 70 sayfa kadar da ilerledim ama yok yaa farklı kitap diye elime aldığım kitap sağ üstteki arkadaş olunca :(  hevesim kursağımda kaldı tabi. (Evet efendim, en azından bu kadarcık prensip sahibiyim, kitaplar tamamen bitmediği için farklı olarak elime aldığım kitap da en azından kısa vadede bana lazım olan bir kitap olmalıydı). Tabi ki böyle bir kitaba başlarken heyecanlanıp, gaza gelmem baştan hataydı belki ama benim de böyle garip bir huyum var işte. Kardeşimin İngilizce ders kitabı bile olsa yeni bir kitabı ilk elime aldığımda bir heyecan yaşıyorum, sanki o sayfaların arasında en beklemediğim yerde en ilginç şeyle karşılaşacakmışım gibi…

Neyse şikayet etmenin yararı yok, C# için bu kitabı okuyacağım, kitap güzel ve açık bir anlatıma sahip. Deitel kardeşlerin programlama kitaplarındaki tekniğe benziyor anlatım şekli (O kitaplar kalitesinde, kolaylığında ve açıklığında Türkçe kitaplar da olsa…). Ama tabi şimdiden kitap hakkında yorum yapmam doğru olmaz, tamamı 912 sayfa ben 70′lerdeyim daha…

Bu arada, ilk olarak okumam gerektiğini düşündüğüm kitap listemin son kitabını yarılamış bulunmaktayım. Çoktandır aklımda olan kitaplar bekleyin beni …

Sonradan düzelteme, yanlış bir bilgilendirme yapmış olmayayım, tabi ki bilgisayar kitapları özellikle programlama kitapları satır satır okunmuyor, bildiğim yerleri atlayarak veya öncelikle lazım olan aşamalara ileri-geri sararak ilerliyorum haliyle. Ancak internetteki kaynaklar her zaman için daha kolay geliyor bana. En azından kodlarda copy-paste şansım oluyor :)

15 Şubat 2012 Çarşamba

Hakkımda -profildeki sınırlamalar hoşuma gitmedi de-


1990 neslinin bir başka üyesiyim. Bilgisayar programcılığı okumuş olsamda 2 senedir hakkında hiç bir şey yapmadığım için %90ını unuttuğumu düşünüyorum...

İlgi alanlarım dersek: Mimari, bilgisayar programcılığı (şimdilik C# ilerde javaya da bakmak istiyorum), tarih, tarihi yerler, yabancı diller(japonca, farsça, biraz korece az biraz fransızca *), ayrıca Türkî diller (Kazakça, Özbekçe) ve kültürler, manga , anime (miyazaki ve benzerleri, dizileri sevemedim), hat sanatı, Osmanlıca,  uzak doğu ve hatta yakın doğu yani > kültürleri-insanları-dilleri-coğrafyasıyla bütün doğu, dîvan edebiyatı, sinema, az biraz siyaset, daha çok dış politika...

* Bu dillerin hiç birini bilmiyorum (belki birkaç kelime biliyorumdur).Sadece öğrenmek istediklerim arasında ilk sıradakiler bunlar.

(İlgi alanlarım diyince bunlarla ilgili ayrı ayrı çalışmalarım var demek değil tabi ki, ama ilgili bir çalışmayı sıkılmadan okuyabilirim veya hakkında konuşabilir kafa yorabilirim demek.)

Burada neler paylaşacağım:  Aslında 6 ay önce burayı açma sebebim programcılığa geri dönüp sanki sıfırdan başlıyormuşçasına C# çalışmak ve burada yeni öğrendiklerimi-unutup da hatırladıklarımı paylaşmaktı ama düşündüm de o kadar çok bunu yapan arkadaş var ki, ben de serbest yazmaya karar verdim. Tabi onları da paylaşmayı düşünüyorum ama haricinde  >> izlediklerimi, izlemek istediklerimi, okuduklarımı, okumak istediklerimi, gittiğim yerleri, yeni fikirleri, ilgimi çekenleri, bir yere yazmazsam unutacaklarımı, öğrendiklerimi, gördüklerimi  ve çok da önemli olmasa da düşüncelerimi paylaşacağım...


Sonradan Not: Yazıda gereksiz görülen yerler 2. okumadan sonra silinmiştir. 3. de belki daha  fazlası silinir...

‘Hello world!’

İnternet sayfası yapmak hakkında bilgi edinmek ve blogların arka planını anlamak için açmış olduğum blogda aklıma gelip yazmaya üşendiğim onlarca yazıyı kafamda düzenleyene kadar 6 ay geçmiş. Bu gidişle bir 6 ay daha geçecekti ama haftasonu yakın bir arkadaşımın da bu alanda harekete gectiğini görünce başlayayım dedim. Bakalım nasıl olacak….